Derler ki 1996 Mayısında Trabzon Avni Aker Stadı’ndan Fenerbahçe boynu bükük ayrılsaydı Ali Şen, Oğuz (Çetin) ve Aykut (Kocaman)’ı dönüş uçağına dahi almayacaktı. Ve şöyle devam eder iddia: Ali Şen’in bu fikrinden her iki isimde maçtan önce haberdardı. Ne güzel tevafuktur ki o gün bu iki büyük futbol sanatçısı yedi yıl sonra gelecek olan şampiyonluğun habercisi olan gollerinde sahibiydiler.
Kral (Aykut Kocaman), o güne değin Çubuklu Forma için akıttığı terin, verdiği hizmetin hiçe sayılarak Trabzon’dan İstanbul’a uçuş kartı alabilmenin sahadaki galibiyetten geçtiğini elbet biliyordu. Amansız bir hastalık gibi peşine düşen, beynine giden bütün damarları kemiren, yük olup omuzuna konan, formasına asılarak onu geriye çeken bu bilgiye rağmen Erol (Bulut)’un sağdan gelen ortasına arka direkte yetişerek gole çeviriyor ve Çubuklu Formaya aşık olanların yönünü, yüzünü aydınlığa döndürüyordu. Maç sonundaki söylemiyle de (elbet ki Trabzonsporluların sevgisini kazanması zordu ama) tüm Türkiye’nin saygısını kazanmayı hak ediyordu. Duclos’un da dediği gibi “Zafere ilave edilecek yegâne süs tevazudur."
Marcus Aurelius Roma Meydanı'nda yürürken arkasında bir uşak olurmuş. Uşağın tek işi, insanlar Aurelius'a şükranlarını sunduğunda Marcus'un kulağına "Sen sadece insansın" diye fısıldamakmış. Markus’u göklere de çıkarsalar, yedi kat yere de batırsalar o Markus'a hep aynı şeyi söylermiş "Sen sadece insansın". Bu yürekli komutan Aykut Kocaman, bu sözü kulağına eğilerek söyleyen adamı yanında değil her daim yüreğinde taşır ve o sese hep kulak kabartır.
Şunu söylemeden de edemeyeceğim. Aykut Kocaman Teknik Direktörlüğündeki bugünün Fenerbahçe’sinde 90’lı yılların Kral Aykut oynamak ister miydi? Oynasa mutlu olur muydu? Teknik Direktör ve Futbolcu Aykut Kocaman’ı yan yana oturtma imkânımız olsaydı anlaşabilirler miydi? Kral Aykut, Hoca Aykut’un sistemini sevmezdi lakin benim inancım bir büyük transfer dönemi sonrasında artık Kral Aykut’ta Hoca Aykut’un takımında oynamak isteyecektir. Çünkü ilk defa birinin yüzünde ben bu camianın isterlerse müstahdemi de olurum ama sahadaki efsanesi olduğum gibi, kulübedeki efsanesi de olmak istiyorum bakışını buldum. “Siz bana yıllar sonra sör unvanını takmanıza gerek yok, adımı söyleseniz yeter” i gördüm. Çünkü benim adım zaten Kocaman Aykut.
Şimdi sorarım size bugün devre arası transfer döneminde kimi alsın istersiniz takıma Aykut Hoca? Şöyle yıkıcı bir hücum oyuncusu nasıl olur? Sırtı kaleye dönük ya da önüne atılan toplarda kartopunun çığa dönüşme etkisi veren ve önüne geleni silip süpüren biri olur mu? Mesela Emenike olur mu? Uçta sağa koy oynasın, sola koy oynasın, en uça koy oynasın, yıksın yıkılmasın, vursun çıkarılmasın, kara bir boğa olsun Kadıköy’de olur mu? Mamadou olur mu, Mamadou Niang olur mu? Öyle bir sol bek bulalım ki Küçük Şenol (Ustaömer) den bu yana serbest vuruştan gol atabilen bir sol bekimiz olsun. Orta saha çizgisinden aldığı topla slalom yaparak topu öyle bir yere vursun ki rakip kaleci bugün olsun hala topun nereden geçtiğini anlayamasın, üst ağlarda çivilensin top ve almayalım oradan. Andre Santos varmış Arsenal’da olur mu? Cevval bir stoper almalıyız. Eskilerin deyimiyle tekmeye kafa sokacak, rakip santrfora öyle yapışacak ki futbolu unutturacak, hayattan soğutacak, kendi kalesi önünde durduracak, yetmeyecek gidip rakip kalede kafayı koyacak. Sevinirken takımı, tribünü, onu-bunu, her şeyi yeniden motive edip ayağa kaldıracak. PSG’de Diego Alfredo varmış, tam adı Diego Alfredo Lugano Moreno olur mu?
Bu isimleri yitirmiş, kucağında 3 Temmuz çocuğunu bulmuş, ardına baktığında Timur’un karşısında yalnız kalmış Hoca misali sahipsiz, yetim zamanların mahkûmu olmuş bir kahramandan bahsediyoruz. Doğruluğu, yanlışlığı tartışılır ama neredeyse kulübün renkleri ve arması hariç her şeyi olan Başkanı bir Pazar sabahı 364 gün geri gelememek üzere yok olmuşken; Koca Çınar’ın dibine ateş yığılmış, kireç dökülmüşken, baltayla, hızarla canı alınmaya çalışılırken, ateşten gömleği üstüne giymekten bir an bile imtina etmeyen, gösterişsiz bir kahramanından bahsediyoruz. Üstünde çift kat gömlekle gezdi bu adam. Biri az önce dediğim ateşten gömlek, diğeri zorla büyük bir camiaya giydirilmek istenen deli gömleği ve her ikisini de yiğitçe giydi ve sonunda onları ona giydirenlere geri giydirdi. “Hooop!” demezler mi adama, “Yuuuh!” demezler mi adama, “Ey vefa neredesin?” demezler mi adama? Ne çabuk Hocanızın ardından, ayrıldınız demezler mi adama?
Neden gülmezmiş. Sana ne arkadaşım, sana ne? Sen hayatında kaç defa şampiyon olduktan sonra seni güldürmediler? Hiç. Bil-e-mezsin o vakit içinde kalan sevinemeyişlerin acısının büyüklüğünü. O duygular öyle yoğun olmuştur ki artık gülmeyi koy bir kenara, gülümsemekten korkar hale gelmişsindir. 1996’da şampiyonluğu getiren golü atarsın, 2011’de golü atanları yönetirsin ama o yazları gülümseyerek değil acılarla yüreğini mayalayarak sukut edersin. Ve sonra elinden oyuncağı alınmış çocuk misali bir hüzünle ömrünü güze bağlarsın. Şimdi gel sen gülsene arkadaşım..!
2011’in 18 Mart günü TT Arena’da Galatasaray’a ilk mağlubiyetini tattıran takımın Teknik Direktörü olarak maç sonu Lig Tv kameralarının karşısına geçtiğinde, Lig Tv Stüdyolarından “Aykut Hocam Arena’da maç kazandınız neden gülmüyorsunuz?” sorusuna “Ligin sonunda şampiyon olduğumuzda güleceğim, o güne saklıyorum” demişti. Ligin sonunda şampiyon olduğunda gülmeyi bir yana bırak, gülümsemesine dahi izin vermediğiniz adamdan şimdi mi gülmesini istiyorsunuz? Hz.Pir’in de dediği gibi:
Biz sevdik mi yer oluruz.
Biz sevdik mi sel oluruz.
Biz sevdik mi lal oluruz.
Biz sevdik mi can oluruz..! (1)
Lal ettiniz, ne gülmesi…

Hani deriz ya “bileğimi kessen sarı lacivert akar” diye böyle bir “adam” dan bahsediyoruz. Bu adam tüm camianın arkasında durdu. Hem de herkesin bırakıp gitmek için ufacık bir boşluk, kaçmak için; suya dar, havanın sığmadığı bir delik aradığı sırada. Biz duramadık ardında. Onu “güçsüz bıraktık”. Onun yiğitliği tüm camiaya yeterken, her birimiz ayrı bir damla olup, bir olukta birleşerek, birikemedik ardında. “Gidiyorum” dediğinde dur demeyenler, biliniz ki bir geri dönmemek üzere gittiğinde, o gün ilk “kal, ne olur gitme kal” diye ağıtları ilk yakanlar olacaksınız…
Türk Futbolu yakın zamanların yiğidini, kahramanını, mahcup adamını, gösterişsiz mücevherini, vitrinsiz baharını, büyük ve derin akan nehrini, Sakarya’sını kaybediyordu da haberi olmadı. “Dönecek mi, dönmeyecek mi?” yi konuştu da “neden gitmek istiyor acaba?” diye soramadı. Kadıköy’deki en karanlık geceleri aydınlatan Kocaman ışık, Kar Demir’li bir soğuk mevsimde yalnız yürümeye Kara Büklü bir kelepçe ile gönderilecekti. Geri döndü. Yüzü yerde geri döndü. Çık-a-madı karşımıza. Sustu, yine sessiz kaldı. Sevdalılar gibi sustu. Sevdası için, renklerini formasına çubuklu bir şekilde işleyen arması için sustu, döndü. Geldiğinde bile bu kadar tehlike de değildi kariyeri, geçmişi ve geleceği. Şimdi ateşli bir yolun yalnız ve çıplak ayaklı tek yolcusu olarak bir kez daha yürümek için yola koyuldu. İzzetinefsini belki de ilk kez sohbetlerin en önde, gündemin ilk konusu yapmaya razı olarak geri döndü. Gururunu, hayatının en güzel armağanı saydığı “sen bizim Kocaman gururumuzsun” cümlesini “yürekten” söyleyenler için, o cümleyi feda etmeyi göze alarak döndü. Siz; kazanalım da nasıl olursa olsun, ne kadar çirkefçe olursa olsun, ne kadar insanlara üsten baka baka, basa basa olursa olsun, kazanalım diyenler… İzzetinefis nedir bilir misiniz?
Korkma! Korkma Kocaman Yürekli Adam, iyiler mutlaka kazananlar olacaktır. Bizler, seni sevenler, sana inananlar belki azmış gibi görünebiliriz gözüne, gönlüne ama dualarımız senin için, sen gibi KOCAMAN…
Niye mi bunları yazdım..?
“Eğer bir haksızlığı engelleyemiyorsanız en azından onu herkese anlatın...” (2)
Saygılarımla,
m.fatih aydemir
28.12.2012
(1) Hazreti Mevlânâ Muhammed Celâleddin-i Rûmî
(2) Ali Şeriati
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder