Sayfalar

5 Temmuz 2013 Cuma

Lacivert Gecelerin Sarı Aydınlık Sabahı İçin


   Sahipsiz bir Eylül akşamı, radyo başında sevgilimi bekliyorum. Daha on yaşındayım. Akşamı kolundan çekip gecenin karanlığına ittiğimiz saatler. Kız kardeşlerimin biri bir çek yatta, diğeri de ötekinde gün boyu ip atlamış olmanın yorgunluğunu arkalarında bırakıp uykunun huzuruna doğru yürümüşler. Annem ise her zamanki gibi beni yatırmadan uyumaya gitmiyor. Çocuklar bazen bilmeden ne kadar zalim oluyorlar. O da kapanan gözlerine laf dinletemese de yatağına gitmeye inat eden küçük bir çocuk gibi yakınlarımda uyukluyor.

   Kapı bir iki defa nazikçe vuruldu. Tavşan uykusundaki annem bir panikle ayaklandı. Kapının dışından gelen tanıdık sesi duyunca hafifçe araladı. Üst komşumuz ….. teyze gelmiş: “Bizim çocuklar sizin radyoyu rica ediyorlar” dedi. Yüreğim ayaklandı sanki göğsümü yarıp dışarı çıkacakmış gibi sızladı. Annem döndü bana baktı. Kelimelerimin boğazına basılmıştı. Ses çıkartmadım. Lakin on yaşındaki bir çocuğun takınacağı en keskin tavırla “olmaz” der gibi baktım. Hangi anne evladını tanımaz ki? Annem çıkmayan sesimi duymuştu. …. Teyzeye “Sizin çocuklara söyle bize buyursunlar” dedi. Kapı kapandı. Her şey çok kısa zamanda az önceki haline geri döndü. Annemin gözleri kapandı, uykuya yürüdü. Ben radyonun yanına usul usul yanaştım. Radyo, siyah ve kalın sapından duvardaki büyükçe bir çivide torba misali asılı duruyordu. Uzun ince göstergesinde bir sağa, bir sola hareket eden kırmızı küçük bir çubukla kısa dalgadan TRT’yi buldum. Aslında benimkisi seçenekten muaf bir aramaydı. Çünkü şimdinin özel radyoları o vakit zihinlerde bir hayal bile değildi.

   Çubuklu forma az sonra sahne alacaktı. Karşısındaki takımsa bir önceki yılın hem Avrupa şampiyonuydu hem de Fransa liginin şampiyonuydu. Kadrosu Fransa Milli Takımının en gözde oyuncularıyla bezenmişti. Bir önceki hafta sonu sabah kahvaltısına alınmış ekmekle birlikte gelen gazetede daha neler neler yazıyordu. Bir tek şerefli bir mağlubiyet için diyanetten dua istenmemişti. Lakin ben sevgilimi sevmeye başladığım ilk gün öğrendim ki; karşımıza kim çıkarsa çıksın biz hep kazanmaya çıkarız… İlk gün öğrendiğim bu inanç yüklü düstur, bugün kocaman bir çınar olup hala gökyüzünün sonsuzluğuna boy atmaktadır. İlk orada duymuştum Bordeaux(Bordo) adını. Fran(hır)sızdılar. Sonrada bir daha hiç unutmadım, onların bizi unutmadığı gibi. Spikerin Kadıköy’den çok uzakta olduğuna bizi inandıran hışırtılı sesiyle Bordo’dan bildirdiğini ifade ediyordu. Radyoya olan yakınlığım giderek artıyordu. Kaleden ileri uça, bir baştan ötekine spikerin sesi ile futbolcuların isimleri sayıldı. Radyonun yüzüne bakıp sahayı anbean görüyor gibiydim. Tribünler, takımların sahadaki yayılışı, para atışı, her şeyi, her şeyi zihnimin hayal ırmağında yüzdürüyordum. Yatarak ve kayarak yapılan müdahaleyi, sağdan derinlemesine gönderilen pası, kafa ile kendi ceza sahasından uzaklaştırılan topu, demarke vaziyetteki arkadaşını görmeyen orta saha oyuncusunu, soldan ve çizgiye paralel bir şekilde gelişen atağı eksiksiz bir şekilde aklımın suni sahasında oynatıyordum. Sanıyorum tırnaklarımı yiye yiye bitirdiğim ilk maçtı. Her golden sonra annemi uyandırmamak için çığlıklarımı içimde biriktiriyordum. Ama rahmetli Hüseyin’in attığı üçüncü golden sonra çığlıklarımın önündeki set yerle yeksan olmuştu. İçimdeki duvar yıkılmıştı. Annem gibi tüm sokak muhtemelen sesimden irkilmişti. Yine ağlıyordum. O zamanlar sevgilim kazansa da, kaybetse de ağlıyordum. Çünkü ben onu, onun için ağlayacak kadar (çok) seviyordum.

 
                                                              
                                                             ***

   İçime o kadar çok işlemiş ki bu sevgi bazen ben bile kendimden korkuyorum. Geçenlerde iş yerinde biri, açık tenli sarışın bir arkadaşına sesleniyordu:
-Sarııııııı, diye.
    Yüreğimden kopa kopa bende tüm göğüs boşluğumu dolduracak şekilde cevap verdim:
-laciveeeeert… 

                                                             ***

   İki gündür birileri bizim hakkımızda hiç de hoş olmayan ithamlarla evimizin kapısını çalıyorlar. Çekildik bir kenara bekliyoruz; lacivert gecelerin, sarı aydınlık sabahı vardır diyerek. Suskunluğumuz, sütü döktüğümüzden değildir. Kesilecekse eğer parmağımız, şeriatın bıçağıyla olsun. Kıldan incedir boynumuz, varsa kusurumuz. Ancak yegâne suçumuz; bizden gayri herkesin bir olduğu bir yerde, bir bir yenmekse sıradakini sıkma yüreğini “buymuş sıradaki” der bunu da yeneriz elbet Kanaryam. 

   Yoksa sen nereye gidersen git arkanı dönüp baktığında bizi peşinde göreceksin. Senin gittiğin her yer bize bahardır, gülistandır. Senin durduğun yer neresiyse orası liglerin süperidir. Biz seni şampiyon oldun, olacaksın diye değil sadece kendi şampiyonluğuna oynadığın için sevdik. Sen onlara benzemedin, benzemeyeceksin diye sevdik. Biz senin cumhuriyetinin sevdalıları; birileri seni her akşam yıksa da, tarumar etse de, varlığını ateşe de verse bilsinler ki uyandıkları her sabah karşılarında yeniden, yıkılmadan, yenilmeden ayakta dimdik kalmış seni bulacaklardır.

   Çünkü biz seni, senin için ağlayacak kadar çok seviyoruz sevgilim...

   Saygılarımla,
   m.fatih aydemir
   05.07.2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder