humâr-ı mestân
Her ne kadar bir tarafı pencerede olsa dört duvarın sıkışıklığında ezilmiş gibiydim. Cam kenarına oturmuş ve ellerinin arasına hapsettiği yüzüyle zemheriye “buğz etmiş” bir çocuktu ruhum. Soğuk ve gri her günü hiç üşenmeden an be an baharın koynuna doğru süpürdüm.
Kış mevsiminin başında (neredeyse) büyük ve hüzünlü ritüellerle gar dolabın ücra köşesine, çek yatların altına gizlediğim yazlık kıyafetlerimi birer ikişer ortaya dökmeye başlıyorum. Yüzümde ve gönlümde afacan bir tebessüm birikiyor. Çünkü ne vakit yazlık kıyafetleri toplayıp kaldırsam içimdeki çocuğa karşı mahcup olur, utanırım. Bir türlü vedalaşamam. Hep ötelerim. Soğuklar gelse de tiril tiril kıyafetlerimle baharın son kalesi olurum. Kışın acımasız ve ısıran çelik dişlerine direnirim. Kasım gelmeden onları kolay kolay gözümün önünden kaldırmam. Sonra gün gelir ve geçer bahar ufak ufak bir yerlerden (sanki) seslenir. Kimi zaman karanlık bir kış gecesinde pürüzsüz bir gökyüzü ile ‘en yakın zamanda geliyorum’ der, kimi zaman da, bir martının çığlığı ile açılmış ağzından güneşin parıltısı oluverir ve güverteye düşer. Bazen de kış sonunda densiz bir erguvan ağacının dalı olur, çiçeklenir, nisan kokar.
Şubat’ın ‘bahar mı geldi?’ diye kandıran yalancı güneşi bir gün şehri vurur ve aşk mevsimine açılır İstanbul’un kanatları. Güneşle birlikte içimde bir isyan ısınır, duramam ve bu döngünün en keyifli yerine kapımı ardına kadar aralarım. Yazlık kıyafetlerimi hapsettiğim yerlerden birer ikişer kaçırırım. Firarlarına yardım ve yataklık etmek suçuna yenilmeyi, bu günleri, bu mağlubiyeti çok severim. Hele bir de saatleri kurcaladıkları günün ertesinde gün uzayıp gider (ki) ömrüm uzanır sanırım. Oysaki saatler hepi topu bir saat ileri alınmıştır ama ben hiçbir saat alınganlık göstermesin, gönül koymasın diye hepsine yetişmek ister gibi telaşlanırım. İçimde sevinçle bezenmiş bir acelecilik büyütürüm ve aynı bahar gibi her gün yeni bir çiçek açmak isterim. Sonra bir daha hiç kış gelmeyecek, çocuklar üşümeyecek saflığıyla kumdan bir kale yaparım, yeni kışın ilk dalgasında erisin diye.
Biliyorum bu son soğuk akşamlar artık. Biliyorum bu son karayeldir artık. Biliyorum bu yağmur bahar temizliğidir. Bu son yağmur bir sonraki hazanda dallardan dökülecek yaprakları büyütmek içindir. Sen, öldükten sonra dirilmeyi sorgulayan akıl-sız, hiç mi bahara ermedin!
Tomurcuk açmaya yeltenmiştir artık içimde ki kırgın dallar. Yükümden eğilip filizlenen yeşilliklere ilahi bir muştu gibi dokunuyorum. Ruhum, çiçeğe vurgun baharın ilkine susamıştır, bugün yarın kana kana sümbül kokan sabahlara uyanırım. Yıldızlardan taç yapma mevsimidir artık. Sevdiceğimi alıp serin bir akşamda yakamozu sudan çıkartmaya gideriz. Bir meltem yakamozun deniz tarafındaki ucundan tutar ve Hereke halısı gibi sara sara getirir sahildeki çakıl taşlarının üstüne bırakır. Bir ateş yakarız; dağ, taş, deniz ve çığlık atarken baharı ağzından düşüren martı gelir ve bir de en çok kurumaya muhtaç yakamoz. Omzuma yakışan başını koyar sevdiceğim ve özenle seçilmiş bir şarkı mırıldanır bahar kokulu soluğuyla…
Aramızda dağlar yollar yıllar var iken,
Beni sana sımsıkı sarılı görenler olmuş...
Sargın yaprakmışım dallarına,
yangın toprakmışım yağmurlarına.
Türkü olmuşsun, umudummuşsun
sevdama yarınlarıma...
Saygılarımla,
m.fatih aydemir
* humâr-ı mestân (ayıkmak üzere olan sarhoş)
http://www.youtube.com/watch?v=__j8TjE8bKU
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder